Yaşam şartları değiştirilen , Çevre katliamından kaçan kaplumbağa dile geldi : “ siz cenneti nerede arıyorsunuz ? Dünya cennetini yok ettiğinizin farkına varmadan yeni bir cennet yarattığınızı mı sanıyorsunuz?”
İki katlı evimizin üç tarafı bahçeliydi. Arka bahçede portakal ağaçları, ön bahçede limon ağacı bahçe kapısından girenleri selamlardı. Erik ve yenidünya ağaçlarının meyveleri ikinci katın balkonundan toplanabiliyordu... Bahçenin sınırları dışındaki alanlarda; papatya, ebegümeci çiçekleri baharı müjdelerdi. Yeşil alanlı geniş meydanlar mahallenin çocuklarının doğal oyun bahçesiydi. O yeşil alanlarda kurban bayramı öncesi çocuklar koyunlarını otlatırdı. Koyunların ve çocukların sesleri birbirine karışırdı arife günleri... Mutlu,doğal yaşamımız evimizin etrafına yapılan binalarla bozulmaya başladı. Arka bahçedeki portakal ağaçlarımız binaları aşıp güneşi görmek istedikleri için yukarıya doğru uzadı gitti. Meyveleri de küçüldü, döküldü... o günler hiç ama hiç bozulan çevrenin farkına varamadım. Önce beton, sonra asfalt oldu yollar.
Bir gün bahçemizde eşimle küçük bir kaplumbağa bulduk. Yeşillikler arasında küçücük yavru kaplumbağa. Adını Uğur koyduk. Üç kişilik dünyamıza bir canlı daha girivermişti. Sessiz, sakin, korkunca kabuğuna gömülen Uğur’la yıllarca yaşadık. Yıllar hızla akarken Uğur çok yavaş büyüyordu. Ama sırtındaki kabukta çizgiler giderek bir, iki, üç, dört arttıyordu.
Gün geldi bir ayrılık- bir ölüm yaşandı o evde. Ve ardından ben de Uğur’a veda etmeden ayrıldım evden. İnsanın evinden ayrılması zordur. Aklı kalır, gönlü kalır, anıları kalır. Kalır da kalır ama, ayrılır. Ayrıldığı gün özlemi başlar. Tekrar dönmeyi arzu eder.
Bende aylar, yıllar sonra evime döndüm... Ne yazık ki evimi değişmiş ve küsmüş buldum. Evim gülmedi bana. Ev güler mi demeyin. evet güler . içindeki eşyalar temiz tertipli , mutfagin banyon pırılpırıl, mutlu olduklarının sesleri duvarda yankılanıyorsa güler. Sonra aklıma Uğur geldi.Bahçede aradım. Yoktu ! Uğur da gitmişti.
Evin önünde trafiği rahatlatmak için yapılmış battı-çıktının yaya kısmından evi geride bırakarak yürümeye başladım.” Kim bilir nerede, öldü mü? Araba mı çarptı” derken battı-çıktının diğer ucundaki bir pide salonunun bahçesinde gördüm Uğuru.
Mutluluk tanımı “ o an, herkes gibi yaşarken, hiç kimse gibi hissetmemektir. “ demiş yazarlarımızdan biri. Gerçekten öyle. Nasıl anlatayım sevincimi bilemiyorum. Çok çok sevindim. Cennete giden ilk benmişim gibi.
Uğur beni görünce konuşmaya başladı:
“Hiç mi“ dedi “giderken beni düşünmedin?” Şaşırdım.Beklediğim söz bu değildi. “ oysa duymak istediğim kelime ”özledim”di. . Ama O devam etti. Bahçeni gördün mü ? bu çevre mutlu günlerimizdeki çevre mi? “ Yıllar önce evinin bahçesine demiryolundan gelmiştim. Oğlun yedi-sekiz yaşındaydı. Etraf çimenlikti, havası temiz, üstelik bu kadar bina da yoktu... Bahçendeki limon ağacı yediverendi. Daha üstündeki limonlar bitmeden yeniden çiçeğe dururdu. Hani nerede o ağaç? Sen gidince önce o öldü. Hani girişteki beyaz düğün çiçekleri vardı ya hani hani yoldan gelip geçenlerin dönüp dönüp baktığı çiçekli bahçe … Gelinler kadar saf çiçeklerdir bilirsin düğün çiçekleri.
Ya Fevziye Annenin yoğurt kepçelerine ne demeli? Çiçekçilerin galla adını verdiği çiçeğin, sıvası dökülen bahçe duvarını yeşil uzunca yaprakları ve beyaz çiçeğiyle örterdi. Onlar çoğalmayı severdi. Her yıl bir önceki yıldan fazla merhaba derlerdi bahara... Sen en çok da beyaz zambakları severdin. Bir dal kopartır ıslardın. Odan mis gibi kokardı. sümbülleri saymazsam ah ederler. Morlu, pembeli has sümbüller... Onlar da tek- tük artık… Gün geçtikçe çoğalacağına azalmakta.
“Bahçendeki erik ağacına bir bak. Küçücük fideydi köşeye dikildiğinde Fevziye Annen yazlık evinize dikin diye almıştı. Götürememiştin oracıkta kaldı. Bahçeyle ilgilenen yok ki... Dalları dışarıya doğru sarkmakta. Mutfak balkonuna yakın olan erik ağacını hatırlıyor musun? Hani şu çoluk çocuğu çağırıp erik toplatıp dağıttığın, bazen çocukların bahçe duvarına çıkarak erik hırsızlığı yaptığı? Kestiler onu. Sebebi dökülen erikler bahçeyi pisletiyormuş… Oysa sen erik çalan çocuklara ’bana da verir misin?’ der ince bilekli ellerini uzatırdın... Bir keresinde bana, ‘çocukluğumda ben de arkadaşlarla erik bahçesine girmiştim, çocuk çalmaz ki cani çeker, midesi ne kadarcık onların.’ demiştin.
“Güller vardı, pembeli morlu kırmızılı... Kırk senelik evin ilk yıllarında dikilmişti. Şimdi hayatta olmayan evin sahibi dikmişti. Şimdi geçerken uğradığın bu bahçede yaşama tutunmaya çalışıyorlar görüyorsun. Boşuna dememişler ‘mal, sahibiyle gider’ diye…
“Her arife bu evde yağ kokutulurdu. Helva, haşhaşlı çörekler dağıtılırdı… En çok da çocukları topladığın gün mutlu olurdun. Kaşıklarını alıp gelmelerini istediğinde aslında ’annenizin haberi olsun’ mesajını iletirdin evlere... Limon ağacının altına sofra bezini yayar, oğlunun arkadaşlarını bir sini etrafında toplardın. Baransel, Mustafa, Ömer, Samime, Güneş, daha adını unuttukların. Kaşıkla döke saçıla yenen pilavdan sonra çocuklar ’Allah kabul etsin’ diyerek hoşnutluklarını dile getirirlerdi.
“Evin yeni sahiplerinden şikâyetçiyim. Hani mutfak balkonu tarafındaki yenidünya ağacı vardı ya… İşte o ağacı katlettiler Nasıl mı? Önce gövdesini bıçakla kazıdılar. Yaralanan gövdesi pes etmedi direndi. Bu kez köküne ilaçlı su verdiler. Kökünün olduğu toprağa kazmayı vurdular, sarsıldı ağaç… Sonra bir daha bir daha derken dayanamadı yıkıldı... Bunu sırf balkonu kapatıyor güneş görmüyoruz diye yaptılar. Bir de yapraklarını döküyor bahçede çok kuru yaprak oluyor diye asmaları da kökünden kestiler. Otların olduğu yere beton dökmek istediler , sonra vazgeçtiler.yaşam alanım kalmadı. Ben de kendime başka bir yer aramak için uzunca yola çıktım. Günlerce yürüdüm. Bu bahçeye girince arkadaşımla karşılaştım.Günlerimiz sakin geçiyor. Mutsuzuz . İnsanların hirslarına yenik düşmesi bizi etkiliyor. “yapmayın diyemiyoruz dilimiz yok. Yeni sahiplerimiz de olmasa çoktan bir arabanın altında ezilmiştik.”
Uğur “ siz cenneti nerede arıyorsunuz ? Dünya cennetini yok ettiğinizin farkına varmadan yeni bir cennet yarattığınızı mı sanıyorsunuz.” Dedi başını evinin içine çekiverdi ...
Uğur’um.... Uğur’um...