Yunan Askerleri İncirliova’da, İtalyan Askerleri Koçarlı’da
1919 yılı ve sonrası bu topraklarda savaşın bıraktığı hasarlar, yaşam mücadelesi hastalıklar, korkular ve yokluk… Yaşasaydı şuan 111 yaşında olacak olan Hatice İyigün annemin anlattıkları; Aydının fiziki özelliğini kültürümüzü ve dini inançlarını her türlü şartlarda yerine getiren büyüklerimiz hakkında önemli ipuçları veriyor.
Veysi Paşa Mahallesi, zahire pazarında asırlık kebapçının torunu anneannesi için” Aydın’ın işgal yıllarında yaşadıklarını dinleseniz roman yazarsınız “deyince benim için önemli oluverdi. Birkaç gün sonra torunuyla birlikte Güzelhisar mahallesindeki evinde ziyarete gittim.
Torunu anahtarını çıkarttı. Anahtarın çıkarttığı “trik “sesinden sonra içeriden”sen misin? diyen cılız bir ses geldi. Pencere önündeki divana oturmuş, nur yüzü başındaki renkli başörtüsünün renkleriyle pembe pembe olmuş 95 yaşında tatlı bir melek karşıladı bizi.
Elini öptüm, dizinin dibine oturdum. Yüzündeki bıçak yarasına benzeyen derin yarayı başörtüsü ile gizlemeye çalıştı ve “O yara savaş zamanından kalma “diye başladı.
Hatice annem İncirliova’nın Hacialiobası köyünde dünyaya gelmiş. Yüzündeki yara izinin hikayesini de kendisi hatırlamadığı için annesinden dinlemiş.
Hatice annem, Yunan’lılar Aydın ve İncirliova’yı işgal ettiğinde 4-5 yaşlarındaymış.(26. Mayıs 1919) Annesi: “Baban, Gavurların zulmünden çok korkardı. Yunan’lılar İncirliova’da yakıp yıkmadık yer bırakmamış köyümüze kadar gelmişlerdi. Oysa halk Kocarlı’daki İtalyanların zülüm etmediğini söylemekteydiler. Baban da bizi korumak için Koçarlı Dede Köy’de bir zenginin incir bahçesinde bekçi (incir toplayan kişi)olarak yaşamamızın doğru olduğunu düşündü ve eşeğimizin arkasına seni sardı üçümüz köyden uzaklaştık. İncir bahçesine yerleştik.” demiş.
Savaş hızla devam ederken Doğa düzenini bozar mı ? Bozmaz tabii ki…İncirler ağustos ayında toplanacak , meyveler sebzeler önce toprağa sonra insana hizmet edecek. Ya bir de Ramazan geldiyse? İnsanlar inançlarını da ne şartlarda olursa olsun yerine getirecek. Hatice Annem devam etti:
- Sıcak bir ramazan gününde annem babam inciri toplayıp yorulmuşlar üstelik oruçlular. Beni de aralarına alarak öğlen uykusuna yatmışlar ama ben aralarından kalkıp elimde değnekle damın önünde dolaşıp oynarken bir köpekle karşılaşmışım. Köpek değnekten ürkmüş olacak ki yüzümü ısırmış. Bağırıp ağlayınca uyanan annem ve babam yüzümden akan kanı görünce korkmuşlar dindirememişler. Babam eşekle Koçarlı’ya götürürken düşündüğü tek şey bir sağlık memuru bulmakmış ama yolda İtalyan askerleri bizi durdurmuş. Bizi İtalyan bir doktor’a götürmüşler. İtalyan doktor yüzümü dikmiş Doktor; ”Her gün getir “demiş. Babam da pansuman için iyileşinceye kadar götürmüş. Yaşlandıkça dikiş izi küçüldü çocukken yüzümü kaplıyordu, büyüktü bu yara” diyerek elini kırışmış nurlu yüzünde gezdirdi.
7 eylül sonrası: Savaş bittiğinde Hacialiobası köyündeki evimize geri dönmüşüz. Düşman köyü yakıp yıkmış. Annem ve babam muhacir olarak giderken tekrar geri döndüklerinde ihtiyaçlarını giderecek eşyaları saklamak amacıyla kuyunun içine tencerelerini tas, tabak v.s atmışlar. Askerler onları da bulmuşlar ve talan etmişler. Fakat, babam ve annem yılmamış yeniden düzen kurmak için babam yığın yığın hayıt ( sepet yapılan sert yeşil kamışgillerden)ve kargı kesmiş at ve eşek arabalarıyla evin avlusuna getirmiş. İçine saman ve hayvan pisliği katarak kerpiçten bir oda yapmış.
Zamanla orası iki göz oda oldu. İçi hasırlıydı. Önce ottan yataklarımız vardı. Sonra pamuk yataklarımız oldu. Orada yaşadık. Altı yaşlarında annemin hamile kalması ve kardeşimi dünyaya getirirken ikisinin de ölmesiyle iki yıl babamla o evde yaşadım.
Sekiz yaşında Aydın’da yaşayan teyzem beni yanına aldı. On yıl kadar teyzemle yaşadım ama onu da daha on sekizimdeyken kaybettim. Ölmeden önce vasiyeti üzerine görümcesinin oğlu Ahmet Rıza ile nişanlandım.
Ahmet Rıza; Ramazan Paşa mahallesinde ayakkabıcılar içindeki ayakkabıcıda kalfa olarak çalıyordu. O yoklukta babam iki inek satarak bizim düğün yapmamızda yardımcı oldu. Pembe gelinlik giydim Düğünümüzde çalgıcılar geldi. Beni hamama götürdüler. Hamamda dümbek çalan kadın beni göbek taşının etrafında gezdirdi. Ertesi gün eğlence yapıldı. Gelin alma günü taksiyle almaya geldiler. O zamanlar Aydın’da iki tane taksi vardı Görümcemin iki kızını da yanımı bindirdiler Aydında dolaştırdılar. Sonra kayınvalidemle oturacağım dispanserin yanındaki eve getirdiler. Bir sandalyenin üstüne çıkarttılar gelen baktı giden baktı. “Aman pek güzelmiş, pek küçücükmüş” dediler.
Çocuğumuz olduktan sonra Eşim askere gitti. Tam üç sene bir ay asker yolu bekledim. Üç sene ne yiyip içeçeksin ? Pamuk çapasına gittim. Komşular askerde olan kadınlara yardımcı olurlardı bana da yardımcı oldular. Çocuğumu da kayınvalidem bakıyordu. Devlet de altı lira aylık bağlayınca pamuk çapasını bıraktım.
Bu arada kahvelerimiz geldi. Bol köpüklü kahvemizi içerken Hatice annem, kahve ve çay ile ilgili hatırasını anlatmaya başladı. “Eskiden, dibekte dövülen kahve içilirdi. Elmalıklarda dövülmüş susam bulunurdu. Akşam olunca kuru incir le bandırıp bandırıp yenirdi. Çay bilmezdik. Çayın çay olduğunu öğrendiğimde bir çocukluydum. Komşumuza gitmiştim. Bana ”gel çay içelim “dediler. Eve dönünce kayınvalideme:” Anne: Necibe Teyzemgil sofra kurmuşlar, sininin içine bir sürü bardak doldurmuşlar, içine kırmızı kırmızı su koymuşlar. adını çay deyip durular.” Deyince, kayınvalidem. “Kızım alıverem bende” dedi.
Anlattıkları beni derinden etkilemişti. Eski fotoğrafının olup olmadığını sorduğumda:
Eski fotoğrafları çocukları almış. Eski zamandan kalan sırt kupası ile yıpranmış bir kartpostalı göstererek bunlar kaldı” dedi. Sonra devam etti.” 60 yıl önce çocuğum öldü. Çok üzülmüştüm. Benim adam çarşıdan bunu almış getirdi.” Kartpostaldaki meleği göstererek.” Bu melek ben, Meleğin önündekiler de benim çocuklarımmış”. dedi.
Evde soğuk algınlığında sırta kupa vurulup, sonra kekikyağıyla masaj yapılması da Hatice annemin göreviymiş.
Asker dönüşü Ahmet Rıza Yenigün, kendine ait dükkan açmış. Toptan verirmiş ayakkabıları. Öğle yemeğini evden göndermek adettenmiş.” Öğle yemeği çocuklarla gönderirdim. Bu görevi daha çok küçük oğlum yerine getirirdi. Ama oğlum Pınarbaşın’dan gelen tabakhane deresinde oynar, balık tutar, yemeği babasına geç götürürdü. O tabakhane deresi bir zamanlar çok deli akardı. Dağlardan ağaçlar hatta bir seferinde dana bile getirdiği söylenirdi.” Diyerek tabakhane deresi ile de bilgi vermiş oldu.
Hatice annemin yorulduğunu anladım. “ teşekkür ederim, dinlen artık” dedim. Zayıf, incecik elleri gülen gözleri ile benim yanağımı okşadı. “gene gel emi. O zaman yine anlatırım.” 28.01.2001
Evden ayrıldığımda, iki çocuklu melek kartpostalı gözlerimin önündeydi.
Not: Hatice Annemi bu sohbetimizden üç yıl sonra kaybettim. Nur içinde uyusun. Onu hiç unutmadım. Unutamıyorum. Sevgiyle kalın.