Metin Devrim; "UĞUR MUMCU’YA KULAK VERMEK"
Metin Devrim; "UĞUR MUMCU’YA KULAK VERMEK"
"Cemaatlere, tarikatlara giren çocuklar 30 sene sonra general olacaklar cumhuriyete karşı ayaklanacaklar."
"Cemaatlere, tarikatlara giren çocuklar 30 sene sonra general olacaklar cumhuriyete karşı ayaklanacaklar."
"Gerçekte vicdan özgürlüğü, gerçekte demokrasi laik toplumda meydana gelir. Çünkü anti-laik toplumda dince kutsal sayılan kavramlar, siyasal amaçlar için her gün sömürülür. Ya da Türkiye'de olduğu gibi Arap sermayesi tarafından Türkiye'de kurulan banka sistemlerinde olduğu gibi mali çıkarlar açısından sömürülür. Bu bir sömürüdür. Mustafa Kemal de dinin gerçek yerine oturtulması, Allah ile kul arasında bir kutsal duygu olarak korunması amacıyla laikliği getirmiştir. İngiliz emperyalizminin, Arap kapitülasyonunun aracı olmaması ve siyasi sömürü aracı olmaması için. "
"İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı, yargıç ve subay olmak istiyorlar? Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor? "
"Ben, Atatürkçüyüm... Ben, cumhuriyetçiyim... Ben lâikim... Ben antiemperyalistim... Ben tam bağımsız Türkiye'den yanayım... Ben, insan hakları savunucuyum... Ben, terörün karşısındayım... Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır."
Ve. Nitekim de öyle oldu…
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük: Uğur Mumcu…
24 Ocak 1993’te katledildiğinde ben 32 yaşındaydım. Kasvetli, kapalı, soğuk bir gün olduğunu hatırlıyorum. Bir de televizyonda geçen haberi: “Uğur Mumcu’ya bombalı suikast.” Ağladığımı da hatırlıyorum. Abdi İpekçi de olduğu gibi…
O günün devlet yetkilileri tarafından fail ya da faillerin bulunacağının söylemesinin bir geçiştirmeden ibaret olduğunu sonraki yıllarda hepimiz görmüştük. Bugün, 64 yaşındayım. Hâlâ Uğur Mumcu’yu öldürenler cezalandırılmadı.
Yargısız infazlarla, gözaltında kayıplarla, katliamlarla, suikastlarla hafızamıza yer eden 90’ların karanlığında Uğur Mumcu’nun katledilmesi toplumda büyük bir tepkiye neden olmuş, bu karanlığın pençesindeki insanlar korkularından sıyrılıp seslerini yükseltmiş, sel olup İstanbul’dan Ankara’ya akmıştı.
"Yetkililerin, Mumcu’nun ailesine ve kamuoyuna cinayetin faillerinin yakalanacağı sözünü vermesine ve 6 yıl sonra açılan davada cinayetin örgütsel bağlantılarına ilişkin verilere ulaşılmasına rağmen, bu bağlantılar gizlendi ve cinayet emrini verenler korundu. Olayla ilişkileri ispatlanan ve ceza alan faillerin davası ise 17 yıl sonra bozularak davanın zamanaşımından düşürülmesinin yolu açıldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanvekilliği yapmış olan eşi Güldal Mumcu şöyle diyordu:
“O günden bugüne 23 yıl geçti, 23 yıl boyunca hukuki mücadele yaptık. Olayların aydınlanması ve açığa çıkması için yılmadan uğraştık. Bir dava açıldı. O davanın sonucunda bazı katiller yakalandı. Fakat Uğur Mumcu’yu öldürenlerin kim olduğuna dair tam net bir sonuca ulaşamadık.”
Zaten devletin diğer pek çok cinayette olduğu gibi Mumcu cinayetini aydınlatmak, katillerden hesap sormak gibi bir derdi de hiçbir zaman olmamıştı. Olmamıştı, çünkü Mumcu öldürüldüğünde Erzurum Valisi olan, aynı yıl temmuz ayında Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atanan Mehmet Ağar, Güldal Mumcu’ya, soruşturmayı engelleyen bir duvar olduğunu itiraf ederek şöyle diyecekti: “Bir tuğla çekersem, duvar yıkılır…”
O tuğla çekilmemişti tabiî. Çekilmediği için de o günden bugüne içlerinde; Ahmet Taner Kışlalı, Onat Kutlar, Metin Göktepe, Hrant Dink, Ruhi Can Tul, Mehmet Topaloğlu gibi isimlerin de bulunduğu 30 gazeteci ve yazar öldürülmüştü.
Bugün ne Mumcu’nun ne de diğerlerinin gerçek katillerinden hesap sorulabilmiş değil!..
Hâlbuki 1970’de yayınlanan “Katiller Demokrasisi Hırsızlar Düzeni” adlı kitabında şöyle demişti Uğur Mumcu:
“İnsanlara can güvenliği sağlayamamış bir düzene hukuk devleti denilemez. Devrimcilerin faili meçhul cinayetlere kurban gittiği bir düzene demokrasi denilemez. Yolsuzlukların devlet yetkililerini sardığı bir düzene Anayasa düzeni denilemez. Bu, katiller demokrasisidir. Bu, hırsızlar düzenidir.”
Araştırmacı gazetecinin, günümüze belki de en uygun düşen sözleriydi bunlar. Ama en acı olanı da bu kitabın yazılmasından yıllar sonra yine aynı olayların yaşanmasıdır.
Son zamanlarda üzerine yazılıp çizilen hangi olayı saymalı ki? Suruç ve Ankara katliamlarını mı? Tahir Elçi cinayetini mi? Sultanahmet olayını mı? Yaşanan çocuk, genç, yaşlı, kadın ölümlerini mi? Yahut kapatılan yolsuzluk dosyalarını mı? Hangisini?
Her biri, Türkiye’nin bir hukuk devleti olup olmadığını sorgulayan olaylardır.
Uğur Mumcu’nun, katledilene kadar el attığı dosyalar yalnız o yılların değil, günümüzün de kronik sorunlarını ele alıyor. Askerî darbelerin zorba rejimlerinde ve çoğunluğu sağcı iktidarlar döneminde yaşanan olayların gözlemini yapan Mumcu’nun kitaplarının, yazılarının güncelliğini koruyor olması da bundandır.
Ne zaman uygar olacağız biliyor musunuz? Bir katil ya da kaçakçı ile bir aydın arasındaki farkı anladığımız gün!...
Bir felsefedir Mumcu’nun gazeteciliği. Onun, “Bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz” özdeyişiydi gazetecilik.
Yalnız bu değil, “Barış, herkes için barış… Özgürlük, herkes için özgürlük… Demokrasi, herkes için demokrasi” sözleriydi aynı zamanda.
“Devrimci ve Demokrat” adlı kitabında, “Demokratlık karşıtlarına özgürlük istendiği noktada başlar. Bu noktadan öncesi kusura bakılmasın ‘gizli faşistlik’ sayılır” diye ifade ettikleriydi.
Bir kişiye yapılan haksızlığı her insan yüreğinde ve bilincinde duymalıdır bütün ağırlığınca. Bu sorumluluk bilinci kurulmamışsa, her yeni haksızlık bir ‘kader’ gibi benimsenir bütün toplumda. Oysa ne yoksulluk ne de haksızlık ‘kader’ değildir. Yoksulluğun ve haksızlığın nedenleri vardır. Bunları birer birer saptayıp toplumun önünde haykırmak gerekiyor” şeklinde sorgulamaya yönelten söyledikleriydi.
Ama en çok da ölüm tehditleri aldığı hâlde toplumun çıkarı için gazeteciliğe daha çok sarılmasındaki cesaretiydi.
Kendisinin dediği gibi, yazdıklarını hiç kimse yalanlayamadı. Dolayısıyla onun gözlük numaralarının artması pahasına, belki o mahkeme tutanaklarını bir değil, ta ki anlayana dek defalarca okuması, fark edilmeyeni bulup çıkarması, ama hep araştırmasıydı gazeteciliğindeki başarısı. Evet, büyük bir özveri işiydi yaptığı.
Şöyle diyordu “gazeteciyi’’ tanımlarken: “Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insandır gazeteci.”
Bu değerlerle tanıştırdı genç meslektaşlarını Uğur Mumcu. Sadece tanıştırmakla kalmadı, yola çıkmalarına vesile oldu, onlara rol model oldu. Bir okul gibiydi o. Eğer gazeteci olunacaksa, onun gibi bir gazeteci olmaktı hedef.
Bir genç gazeteci şöyle anlatıyordu: ‘’Onun kitaplarıydı en çok kütüphanemde bulunan. Henüz mesleğin eğitimini almaya başlamadan önce onun kitaplarını okur, önemli yerlerin altını çizer, notlar çıkarırdım. Yakın tarihi araştırma merakım da böyle başlamıştı, kitap okuma ve sorup sorgulama alışkanlığım da.
Kulağıma küpe gibiydi sözleri, onun ‘Bu konuları köşenizde sık sık yazarsanız okuyucu sıkılır ve haklı olarak ‘Başka konu yok mu?’ diye söylenebilir. Köşe yazarı bu durumda peşine düştüğü olayı bir yana bırakacak mıdır? Hayır, bırakmayacaktır.’’
Kuşku yok ki Türkiye tarihinde işlenen cinayetler, yapılan katliamlar, yaratılan terör ortamı, bunlar karşısında medyanın sorumsuz tavrı ve ‘miskinlikle’, daha düne kadar askeri göreve çağırarak orduyu buna teşvik etmeler, askeri darbeler ve fakat bununla birlikte devletin yıllar yılı cinayetlerin aydınlatılmasında gereken duyarlılığı göstermemesinin amacı; insanların demokrasi umutlarını yok etmek içindi. İnsanları katleden, ülkeyi bir aydınlar mezarlığına çeviren o karanlığı sorgulamak, yarınların aydınlığı için büyük bir önem taşıyor; daha iyi bir dünya, daha iyi bir demokrasi için...
"Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur." diyerek, korkusuzca ‘’İnsan Hakları’’ savunuculuğu yapan Uğur Mumcu’ya kulak vermeyeceğiz de ne yapacağız?
Türkiye'de 12 Eylül 1980 Darbesi'ne giden süreçte yaşananları eleştirdi. Türkiye'de terör olaylarının artması nedeniyle 1979 yılında, 12 Mart dönemi öncesi ve sonrası gençlik liderlerinin yaşadıklarını kendi ağızlarından yansıttığı ve silahlı eylemlerle bir yere varılamayacağına dikkat çektiği kitabı "Çıkmaz Sokak"ı yayımladı. 7 Mart 1980 tarihinde yayımladığı yazısında anarşi ve terör ortamını şu sözlerle eleştiriyordu:
"Bunun adı solculuk mu? Yoksul erlerin üstüne kurşun yağdıran, banka soyan eşkıyalık mıdır solculuk? Böyleyse, yerin dibine batsın böyle solculuk... Bunun adı milliyetçilik mi? Savcıları, yargıçları, üniversite öğretim üyelerini, emniyet müdürlerini öldüren, yurttaş kanı içen canavarlık mıdır milliyetçilik? Böyleyse, yerin dibine batsın böyle milliyetçilik..."
19 Temmuz 1980'de eski başbakan Nihat Erim'in öldürülmesinden sonra 21 Temmuz 1980'de yazdığı "Savaşın Böylesi..." başlıklı yazısında ise teröre çare bulamayan siyasileri eleştiriyordu: "İşçisiyle, köylüsüyle, öğrencisi, öğretim üyesiyle, askeri ve sivili ile, okumuşu ve okumamışı ile yurttaşların kanını bu ölçüde sorumsuzca akıtan bir başka 'çok partili hayat' var mı yeryüzünde?"
"Milliyetçilik, 'vatan, millet, Sakarya, kan, ırk, bayrak' edebiyatı mıdır, yoksa ulusun çıkarlarını, onurunu herkese karşı savunmak; yani tam bağımsızlık mıdır? Ülkenin onuru ayaklar altında çiğnenirken, 'vatan, millet, bayrak' edebiyatını yani milliyetçiliği sadece kitleleri uyutmak, kandırmak için kullanıp, aslında bütün bu değerleri salt kendi siyasal ya da bireysel-sınıfsal çıkarları için kullanmak milliyetçilikse, bunun karşıtı nedir?"
‘’Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi…
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...’’
Sözümüz sözdür, seni asla unutmayacağız. Bu vatan hepimizin…
Anısına saygıyla.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.